Gelişen Savunma Sanayimiz ile Savaşa Hazırız
Savunma sanayimizdeki gelişmeler son günlerde hepimizin dikkatini çekmektedir. Sanki bir anda ortalığa çıkmış gibi görünen uçak, helikopter ve insansız hava araçlarımızın (İHA) biraz incelersek asırlık diyebileceğimiz uzun bir çalışmanın ürünü olarak önümüze geldiğini görmekteyiz. Kıtaların birleştiği bir kavşakta, dünyanın en zorlu coğrafyasında yaşadığımızı göz önünde bulundurursak bulunduğumuz koşulların bizi bu çabalara ister istemez ittiğini anlamamamız gerekmektedir.
Osmanlının ilk dönemlerini düşündüğümüzde yükselmesinde en büyük katkıyı sağlayan sebeplerden birinin top teknolojisi olduğu, savaşlarını daha kolay kazandığını, fethettiği bölgelerin daha büyük bir alan kapladığı ve bu gücünü asırlardır muhafaza etmesinin temel sebeplerinden biri olduğu anlaşılmaktadır. Avrupa’nın bu teknoloji ile orta çağ olarak adlandırdığı kendi karanlığından kurtulduğu, aynı dönemlerde meşhur coğrafi keşiflerini top ve ateşli silahlar sayesinde yaptığı da açıkça anlaşılmaktadır. Osmanlının son dönemlerinde ise bu teknolojilerde önce Fransa sonra da Almanya’nın desteklerini alarak yaptığımız çabaların bizi ayakta tutan önemli bir etken olduğunu da bir gerçektir.
Cumhuriyetin ilk yıllarında savunma sanayimizde Nuri Killigil, Nuri Demirağ, Şakir Zümre ve Vecihi Hürkuş gibi müteşebbislerimiz sayesinde önemli atılımlar yapmamıza rağmen İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan yenidünya düzeninde bu atılımlarımız maalesef istenen seviyeye ulaşamamıştır. Bu dönemde savaş sonrasında ABD’nin öncülüğünde kurulan sistemin aktörlerinin bize dayattığı rolün üretim yerine ithal etmek olması savunma sanayimize büyük darbe vurmuştur. Bu dönemde Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu (MKE) dışında bu alanda herhangi bir çalışmamız görülmemektedir. Marshall yardımları ile 1948’de başlayan ve 1952’de NATO üyeliğimiz ile daha da artan dışa bağımlılığımız başlangıçta Rusların tehdidine karşı sanki kurtuluş gibi görünmüştür. İlerleyen yıllarda karışan Kıbrıs’a müdahale etmememiz için 1964’de gelen Johnson Mektubu bu konuda bir arayış içine girmemiz ve sanayimizi kurmamızı konusunda millet olarak mecburiyetimizi göstermektedir. Sonraki yıllarda haşhaş ekimi sebebiyle başlatılan, Kıbrıs Barış Harekatından sonra ağırlaştırılan ve dört yıl süren (1974-1978) ambargonun özellikle silah sanayiinde bizim millileşmemiz gerektiğini açıkça yüzümüze vuran bir gerçek olarak yaşadığımız önemli bir tecrübedir.
ABD’nin bize karşı uyguladığı politikalara karşı tedbir olarak kurulan Tusaş, Aselsan, Havelsan, Roketsan ve TSKGV (Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı) gibi kuruluşların bugünümüze gelmemizdeki payı çok önemlidir. Bu yapılara ilave olarak 1985 yılında Savunma Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (SAGEB) adı altında kamu kurumu olarak faaliyetlerine başlayıp üç yıl sonra Savunma Sanayi Müsteşarlığı (SSM) olarak görevine büyüyerek devam eden kurumlarımızın da bu alanda katkısı çok önemlidir. Araştırma ve Geliştirme alanında ise 1988 yılında kurulan Tübitak-Sage ise projeleriyle desteklerini o zamandan bu yana sürdürmektedir. Bu kamu ve özel kurumların arasında 1975 yılında kurulmasına rağmen otuz yıl içerisinde dünyanın ilk yüz savunma şirketi arasına yer alan ve 2021 yılında 48. Sırada yerini sağlamlaştıran Aselsan’ı özellikle belirtmek istiyorum. Diğer taraftan 1973 yılın kurulan Tusaş ise 2005 yılında yabancı ortağı olan Tai şirketinin hisselerini satın alıp tamamen yerli hale gelmesinin meyvelerini on yıl sonra vermeye başladı.
Ülkemizde ürettiğimiz bu silahlardan ilk aklımıza gelen F-16’ların yerini alması düşünülen 2016 yılında imzası atılıp 2024 yılında test uçuşlarına başlayan KAAN’ın adını önümüzdeki günlerde daha duyacağız. Diğer uçaklarımız olan Hürjet ve Hürkuş’ta ise üretim çalışmaları devam etmektedir. Ürettiğimi Helikopterlerimizden GÖKBEY ise 2013 yılında anlaşması imzalandı ve 2018 yılında test uçuşlarını başarıyla tamamlayarak seri üretim aşamasını sürdürmesi geriye baktığımızda geldiğimiz noktayı kesinlikle küçümsemememiz gerektiğini bize vurgulamaktadır. Buna ilaveten 2007 yılında sözleşmesi imzalanıp 2011 yılında test uçuşlarını gerçekleştirerek ihracatını da yaptığımız ATAK helikopterinin adını burada özellikle belirtmek istiyorum. İnsansız hava araçları grubunda 2010 yılından bu yana üretilen ANKA, yeni modeli ANKA-III ve AKSUNGUR’da bu alanda gelecek vaat eden ürünlerimizin arasında yerini almaktadır. Bu cihazları sattığımız ülkeler arasında Nato üyesi Polonya’nın yanında ayrıca G7 ülkesi olan İtalya’nın da bu cihazlardan talep etmesi bu sistemlerin rağbet gördüğünün açık bir göstergesidir.
Bu dönemde hava savunma sistemi olarak Patriot’ları vermeyen ABD’nin yerine aldığımız S-400 …tepki göstermesi Johnson Mektubu’ndan bu yana geldiğimiz seviyeyi anlatması da çok önemlidir. Üçüncü dünya savaşı söylentilerinin dolaştığı bugünlerde bu silahlara ne kadar ihtiyacımız olacağı da bu alandaki haklılığımızı ayrıca belirtmektedir. Aslında fiilen bir savaş içerisinde olduğumuz bu dönemde savunma sanayimizde 2013 yılında sonra geldiğimiz noktanın dış basında devamlı vurgulanmaktadır.
Halit Faruk Numanoğlu ile iletişim kurmak için e-mail adresi:
halitfaruknumanoglu@gmail.com