Bugün: 23 Kasım 2024 Cumartesi
Favorilerime Ekle | Künye | Reklam
Ana Sayfa | Yazarlar
Print Al
Ekonomide Türkiye ve Dünyanın Genel Durumu



Ülkemizde ekonomi alanında yıllarca geleneksel olarak yüksek faiz-düşük kur politikası uygulanırdı ve bu politikanın sonucunda yüksek dış borç-yüksek cari açık denklemi ile enflasyon-devalüasyon sarmalında devam eden olaylar serisi kısır döndü halinde devamlı tekrarlandı. Eskiden dış borç sıkıntısı olup döviz ve enflasyon yükseldiğinde biz faiz arttırıp bu şekilde yabancı sermayeyi içeride tutmaya çalışarak ancak döviz kurunu dengeleyebiliyorduk. Faiz artınca da üretim azalıp ekonomimiz durgunluğa giriyor ve bu durum bizi dış ürünlere bağımlı hale getirerek sanayimizin daha da kötüleşmesine sebebiyet vermekteydi. Son dönemdeki politikalarımız neticesinde 2019 yılında ilk defa cari fazla veren ekonomimize Covid-19 süreci ve Ukrayna Savaşı’nın darbe vurmasının yanı sıra altın stoklama politikasının da ekonomik dengelerde etkisinin olduğunu söylemek zorundayız. Bu stoklama politikası sonucunda sadece 2023 yılında 128 ton altın alarak merkez bankasındaki rezervlerimizi 670 tona yükseltmemizi bu karamsar görünen atmosferde iyi bir haber olarak sizlerle paylaşmak istiyorum.

Türkiye Ekonomisi IMF ile 1947 yılında tanıştı ve bugüne kadar 19 adet Stand-by antlaşması yapıldı. Bunlardan ilki 1 Ocak 1961 yılında yapıldı ve bu tarihten sonra düzenli şekilde seksenlere kadar devam etti. Bu antlaşma serisine 1984-1994 yılları arasında on yıllık bir ara verildi ve 5 Nisan 1994 tarihinden sonra IMF ile tekrar başlanan bu seride de en fazla borç şu üç tarihte alındı; 22 Aralık 1999, 21 Aralık 2000 (ek rezerv anlaşması) ve 4 Şubat 2002’de yaptığımız anlaşmalar. Sonraki dönemde bir defaya mahsus 2005 yılında son kez yapılan Stand-by anlaşmasını takip eden süreçte ise Mayıs 2013’te muntazam ödemelerin son taksiti verilerek IMF’ye olan borcumuz resmen bitmiştir. Asıl anlatmak istediğim ise ülkemizin bu ekonomi politikasının rotasının 2008 yılında çizildiğidir. O zamanlar IMF ile yeniden anlaşma yapılması yönünde içeride ve dışarıda büyük bir beklenti ve baskı vardı ama anlaşma yapılmaması kararı alınarak şimdiye kadar yürüttüğümüz yeni ekonomi rotasının temelleri o zamanlarda çizildi. Ekonomimizin bu dönüşümü o zamanlarda yapılan sistem değişikliğine dayanmakta ve 1961 yılından 2013 yılına kadar yürütülen IMF ve Dünya Bankası dayatmalarından kurtulmaya başladığımız sürecin işlemeye başladığını vurgulamak istiyorum.
Bu dönemde yine aynı yıl (2008) dünyayı kasıp kavuran finansal krizin başlaması ve ekonomideki yenilenme ihtiyacının uzmanlar tarafından devamlı ifade edilmesine sebep olmuştur. Dünyadaki mevcut ekonomik sistemdeki dönüşüm, daha popüler ifadeyle “Global Reset” ihtiyacı aslında 2008 yılında kendini göstermeye başladı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan dünya finans sistemi Bretton Wood’un 1971’de çökmesinin bugünlere geldiğimiz sürecin ilk sinyallerinin o zamanlarda başladığını özellikle belirtmek istiyorum. Bu çöküşün olduğu dönemde ekonomileri yeni yeni palazlanan Çin ve Hindistan gelişme aşamasında idi ve bütçesindeki fazlalıklar ile ABD’nin ekonomisini destekliyorlardı. Irak Savaşı’nın sonrasındaki dönemde, yani 2006’dan sonra bu desteği kısmen ve aşama aşama keserek paralarını kendi iç dinamikleri için kullanmaya başlayınca ABD ve Batı ekonomisindeki sıkıntı daha da arttı.

Bugünlerde ise Batı ülkelerindeki merkez bankaları devamlı faiz artırarak piyasada bulunan dolarları çektiler. Para ortamda azalınca ülkelerin piyasalarında alışverişin hacmi düşmekte olup uzun vadede bunalan bu dünya ülkeleri dijital para gibi alternatif çözüm arayışlarına yönelmektedir. ABD’de ise FED tarafından faiz arttırılırsa bankaların elindeki devlet tahvilleri değer kaybetmekte ve bu durum gücü az olan ve elinde bol tahvil bulunduran küçük bankaların batmasına yol açmaktadır. FED bunların farkında ve amacı küçük bankalardaki paraların müşterilerini korkutup büyük bankalara yönelmesini sağlayıp büyükleri bu şekilde kurtararak kendince krizi bu yöntemiyle çözmenin derdindedir. Kontrollü kaos dediğimiz bu süreçte büyük sıfırlamanın açıklanmasından sonra parayı yani dolaylı olarak dünyayı yönetenler aşama aşama planlarını devreye almaktadır.

Seçim tartışmaları sırasında söylenen yurtdışından milyar dolarlar getirilmesi meselesi ile ilgili biraz açıklama yapmak istiyorum. Bu para girişinin değişik yöntemleri bulunmakta ve İhracat bunun en sağlam şekli olup diğer yöntemler olan doğrudan yatırım veya portföy işlemlerini de anlatmadan geçemeyeceğim. Doğrudan yatırım fabrika ya da tesis satın alma yöntemiyle olursa gelen para daha sağlam olup istikrarı ve ekonomimize faydası çok olur. Portföy yatırımları ile yapılan sıcak para girişinde ise para yüksek faiz, devlet tahvilleri, hisse veya borç senetlerinden faydalanmak amacıyla gelir. Başlangıçta bir rahatlamaya sebep olan bu para en ufak bir risk veya dalgalanmada ülkeden kaçmanın yoluna bakar ama bu durum ekonomimiz için bu sıcak paranın girişinden önceki halimize kıyasla daha kötü durumlara düşmemize sebep olup 2001 krizinde bu yöntemlerin bize nasıl zarar verdiğini çok iyi hatırlamaktayız.
Günümüzdeki ekonomik sorunları çözmek için G7 ülkeleri mevcut vergileri artırmak istiyorlar çünkü sorunun altında kalmaları riski çok yüksek olup ayrıca vergileri artırmaları halinde bu işlerin kontrolden çıkma ihtimali zaman ilerledikçe daha da artmaktadır. 1929 krizinde çöküş aniden oldu ve bu özellik onu diğer krizlerden ayırıp kendine has bir kimlik kazandırarak sonrasındaki dünya savaşında ABD hegamonyasına ortam hazırladı. Şimdiki kriz daha yavaş ve daha derinden ilerleyerek yıkıcılığı daha fazla olacak, gelişmiş ülkeleri aşağıya indirip gelişmekte olan üretim ekonomilerini ise yukarıya taşıyacak gibi görünüyor. Genel olarak ülkelerin zenginliğinin ölçüsü ürettiği mal veya hizmet olup gayri safi milli hasıla dediğimiz kavramın çok net bir açıklaması olup üretime dayalı ekonomiler bu dönemde ayakta kalacak gibi görünmektedir.

Dünyanın ekonomi yönetiminde söz sahibi olan ailelerin politikaları bu dönemde çok önemli olup en büyük ve bilinen Rothschild ve Rockefeller aileleri 2008 krizindeki kırılmadan sonra başlayan belirsizlikte aralarındaki mücadelenin kızıştığını uzmanlar sık sık dile getirmektedir. Bu aileler FED , IMF, Dünya Bankası gibi küresel parayı kontrol etmenin yanında dünyadaki silah, petrol, gıda ve diğer alanlarında piyasalarını aralarında pay edip ellerinde tutarak ülkelere istikamet belirlemektedir. Şu sıralar ABD yönetimini sıkıştırarak ekonomisini temerrüde düşürme riski ile karşı karşıya bırakmakta, Çin’in ise ekonomisine yön vererek küresel politikalarını belirlemeye çalışmaktadır. Burada anlatmak istediğim dünyada güçlü ülkeler yoktur, güçlü aileler vardır ve bu aileler birbirlerine düşerse dünyayı nasıl bir kaosun beklediğini tarihe bakarak az çok tahmin edebiliriz. Bu aileler şimdi ülkeler üzerinden dünyayı şekillendirmekte ve doların hegamonyasını yıkıp kripto paraya dayalı bir sistem kurmanın peşindedir. Saydığım iki aileye ilave olarak diğer aileleri ise kısaca şöyle sıralayabilirim; du Pont, Soros, Bush, Oppenheimer, Windsor, Morgan, Astor, Thyssenkrupp, Koch, Mars, Ford, Warburg, Vanderbilt, Goldschmidt, Freeman, Walton, Habsburg (AB), Tata (Hindistan) , Lee (Çin). Sıralamayı uzatabiliriz ama bu aileleri listelemekten ziyade aralarındaki savaşın dünyadaki ekonomik belirsizliğin asıl sebebi olup ileride sonuçlarını hep birlikte göreceğimiz olayları tetikleyeceğini vurgulayarak konuyu noktalamak istiyorum.

Adam Smith’in “rekabetçi kapitalizmi” kuralı yeni toplumsal dönüşümün sistemini inşa etti ama bu sistemi uzun süre muhafaza edemedi. Çünkü piyasalardaki mevcut finansallaşma bir faiz ve tekel ekonomisi olarak devamlı krizlere sebep olup bu döngü en son 2008 krizinde ayyuka çıktı. Dünyada mevcut haliyle devam eden sistemler bir süreç içerisinde kar oranlarının düşmesi ile tekelleşmeye gittiler ve bu yöntemle şimdiye kadar bilgi ve teknolojiyi elinde tutarak gücünü muhafaza edebildiler ama bu hakimiyetini de daha fazla sürdüremeyip patinaj yapmaktadır. Bu tekelleşme sürecini son banka batma hadisesinde de açıkça görmekteyiz. Sermaye kapitalizm yolculuğunda dört aşamadan geçer; önce birikim, devamında yoğunlaşma, daha sonra merkezileşme, en sonunda da başarabilirse dışarıya ihraç. Burada halk yoksullaşır ve mülksüzleşme süreci başlar, istihdam düşerek işsizlik artar, üretim ise azalarak pahalılığı başlatır. Devletin ise bu sorunla mücadele etme gereksinimi ortaya çıkar. Bugün dünyadaki olaylara bu gözle bakacak olursak; şirket sahipleri ile devletleri yönetenler arasında bir çatışma, bu gerginliğin sonucunda da zayıf devletlerin iflas bayrağını çekmesi, büyük resete giden yolların yapı taşlarının döşenmesi, saydığımız ailelerin dünyaya yön vereceği bir süreci yaşıyoruz.


Halit Faruk Numanoğlu ile iletişim kurmak için e-mail adresi: halitfaruknumanoglu@gmail.com
Yazarın Diğer Yazıları
Gelişen Savunma Sanayimiz ile Savaşa Hazırız
Filistin Bir Dönüm Noktsında
Ukrayna Savaşı ve Diğer Komşularımız
Doğudaki Kadim Komşumuz ve Ezeli Rakibimiz İran
El Biruni’den Alper Gezeravcı’ya Uzay Yolculuğumuz
Enerji Hamlelerimiz ve Dünyadaki Genel Duruma göre
ENERJİ SORUNUNUZUN DÜNÜ, BUGÜNÜ VE GELECEĞİ
Cari Açığımızın Asıl Sebebi Enerji
Asırlardır Bitmeyen Derdimiz, Ahh Bu Ekonomi
Dış Politikada Büyük Sınavımız Yunanistan
<<  1 | 2 | >> 
İktibas Yazarlar

Namaz Vakitleri
İnsan Kaynakları
Şirket Kültürü
Kişisel Gelişim
Liderlik
İş Yönetimi
En Çok Okunanlar
En Çok Yorumlananlar
Künye | Bize Ulaşın | Gizlilik İlkeleri
Copyright ©2012 yonetimhaber.com | | info@yonetimhaber.com
Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz © 2011-2012, Tüm Hakları Saklıdır.