Şevkimizi Nasıl Kaybederiz?
Bana birçok kişiden mektup gelir; öğretmenlerden gelen mektupları ayrı bir dikkatle okurum. Şevkini kaybeden bir öğretmen yazmış. Şevk yemeğin baharatı gibi, hayatımıza renk katar, heyecan ve anlam verir. Bu mektupta eğitim sistemimizin, yönetim düzenimizin öğretmenin hayatındaki etkisini görebiliyorum. Sizlerle paylaşmak istedim.
Merhaba hocam, ben Almanya'da doğup büyüyen, orada okuyup, Almanca öğretmenliği yapmış olan 31 yaşında bir bayanım. Eşimle tanışıp 1,5 yıl evvel Türkiye’ye yerleştim.
Gecen yaz Almanca öğretmeni olarak bir özel okula başvurdum ve lise bölümünde Almanca dersi vermeye başladım. İnanın çok büyük mutlulukla başladım. Eşim, "Tatlım, gözlerinin içi gülüyor,” diyordu.
Biraz zaman geçti, mutsuz olmaya başladım. Nedenlerini sizinle paylaşmak istedim: Seçilen ders kitabı çocukların seviyesine göre değil, ama o kitaptan ders işlenmesi gerek. Sınıflara aynı sınav hazırlamam gerek ama farklı sınıflar ayrı seviyedeler.
Diğer derslerin öğretmenleri sınav olunca benim dersime bana sorup girebiliyorlar, çünkü onların ki üniversite sınavı için geçerli dersler... Önceleri kabul etmiştim, ama artık kabul etmiyorum, başka derslerin öğretmenlerine derslerimi vermiyorum; çünkü çocuklar sınav zamanına kadar fazla dinlemiyorlar, sınav yaklaşınca sıkışıyorlar. Sonra, “Hocam nasıl olsa bir öğretmenin dersini alırız, o bizi yetiştirir,” diyorlar. Ama hayatta her sıkıştıkları zaman biri gelmeyecek ki. Bende öğretmen arkadaşlarıma durumu anlatarak hem bu yüzden ve hem de Almancaya zaten fazla önem verilmediği için vermek istemiyorum, dedim.
Bunlar bir yana, dönem sonu geldi karne notları verilecek... Sınav sonuçlarını hesaplıyorum, bazı öğrenciler tam sınırdalar, onları belirledim ve sınıflarda karne notunu düzeltmek isteyenler için ödev konuları hazırladım ve çocuklara seçmelerini istedim- isteyenlere! Bazıları, "Hocam bu not bana yeterli, ben istemiyorum," dedi, saygı duydum. Konular öyle ki, sınıfta işlenmiş ve baktıkça hatırlanarak, destek alabilecekleri konular.
Sonra ödevleri değerlendirdim ve saatlerce oturup çocukların söz notlarını ayarladım, aman kimse haksızlığa uğramasın diye. Herkes hak ettiğini alsın. Ve çocuklar bu konuda bana güvenirler, böyle şeylere çok değer veririm. Notları e-okula girdim. Sistemi bilmediğim için 93, 87 falanda verdim, meğer sadece 80, 85, 90, 95 gibi 5’li sayılar verilebiliyormuş.
Hafta sonu geçti, okula gittiğimde, “Hocam notumu değiştirmişsiniz,” falan dedi öğrenciler. Evvelden öğretmenlerden böyle bir şey duymuştum, çocuklara çaktırmadım, ama hemen müdüre gittim. Hocam böyle böyle deniyor dedim. "İnce dokumuşsunuz, sanki teraziyle tartmış gibi." "Evet öyle," dedim, "önemli şeyler bunlar saatlerce düşündüm," dedim.
Müdürde "Amaaan takmayın Hocam böyle şeylere,” dedi. İNANAMADIM! Şok oldum!
"Benim bol keseden attığımı biliyorlar, benim yaptığımı söylersiniz," dedi.
Ben de "tamam, öyle söyleyebilirsem, sorun yok dedim."
Adam bi afaladı ve sustu. Ben döndüm arkamı ve cıktım.
İnanın bütün tatil boyunca, "takmayın böyle şeylere" sözüne kafayı taktım. Eşime ve anneme anlattım. Ama yetmiyor. Etrafıma anlatmak istemedim. Sizinle paylaşmak istedim.
İnanın ders hazırlamak içimden gelmiyor. Çocukları düşünmem gerekiyor tabii, onlara odaklanmalıyım, ama Türkiye’deki eğitim sistemi beni üzüyor. Sistem üniversite sınavlarına odaklanmış. Bundan dolayı Almanca’ya önem vermiyor, aileler o şekilde, okulun tutumu da sisteme uymuş.
Çocuklar "sınav derslerden" dolayı zaten yorulmuş vaziyette... Öğrencilerle dersi “dağıttıklarında” tek tek konuşuyorum bazen, (kafamda tabii acaba sorun benden mi kaynaklanıyor diye de bir kuşku var!!) Bana, "Hocam üniversite sınavı için gereken derslerde mecburen dinlememiz gerekiyor, yoruluyoruz, Almanca ve din dersleri gibi derslerde dağıtıyoruz, rahatlamak için..."
Anlıyorum... Öğrencileri anlayabiliyorum, onlarla bunu paylaşıyorum da, ama tabii ikinci bir dilin önemini de anlatıyorum ve bir orta yol bulmaya çalışıyoruz... Ama bu karne olayından sonra, inanın hiç bir şevkim kalmadı...
Ama yine severek okula gitmek istiyorum. Bana öneride bulunursanız sevinirim. Sevgi ve saygılarımla,
İsim Soyadı
Yukarıda anlatılanlar “Ne oluyor?” sorusunun cevabı.
Peki, “Niçin böyle oluyor?” Sınav için eğitim anlayışına kendini kaptırmış anababa, okul yönetimi, öğretmen, eğitim sistemi ve olan biteni seyreden bir toplum var.
Niçin böyle?
Anababalar kendi çocukları üniversiteye girinceye kadar durumdan şikâyetçi. Çocukları üniversiteye giren anababaların sesleri kesiliyor.
Niçin?
Korku Kültürü kitabımda bu soruların cevabını irdeliyorum. Şimdi değerli öğretmenin sorusuna değineyim.
Değerli öğretmenim, ben sizin yerinizde olsaydım, şunların farkında olurdum:
1- Bu toplum, Korku Kültürü kitabında yazdığım nedenlerden dolayı, eğitim deyince insanın gelişimini değil, insanın kalıplanmasını anlıyor.
2- O nedenle eğitimde süreç önemsiz, herkes sonucun peşinde.
3- Bu toplumun kültürünü tümüyle değiştirecek gücün yok; kimsenin gücü yok. Gücünün yettiği yerler var. Sınıfındaki her bir öğrencini etkileme gücün var; bunun yolu da öğrencilerinin ilgili ve istekli olanlarıyla sohbet oluşturmak ve sohbet içinde kalmaktır.
4- Bu yaklaşım tarzını Savaşçı kitabımda ayrıntılı olarak anlattım: kısa vadeli ve uzun vadeli hedeflerini iyi seçeceksin ve her zaman kendi etki alanın içinde kalacaksın.
Herkes savaşçı olamaz; zamanla yorgun ve bitkin düşebilir. Lütfen başkalarına kızarak enerjini harcama; sen savaşçı yolunda devam et.
Dostlukla kal. Senin gibi öğretmenlerin gönlümde ayrı bir yeri var.
Doğan Cüceloğlu (27.03.2011)
Doğan Cüceloğlu ile iletişim kurmak için e-mail adresi:
iletisim@dogancuceloglu.net