Cari Açığımızın Asıl Sebebi Enerji
Öncelikle “Asrın Depremi” olarak aCnılan doğal afetten dolayı hayatını kaybedenlere Allahü Teâlâ’dan rahmet geride kalan yakınlarına başsağlığı dileyerek başlamak istiyorum. Ülke olarak yaşadığımız bu acı olayı yetkiler başımıza gelen önceki felaketlerle kıyaslama yaparak “Yüzyılın en büyük afeti” olarak isimlendirmekte ve bizim dayanışmamıza vesile olacağını bildirmektedirler. Bu depremin yaralarını en kısa sürede saracağımıza olan inancımın tam olduğunu belirterek geleceğe yönelik iyimser olan duygularımı özellikle belirtmek istiyorum. Bugün asıl konumuz yazımızın başlığından da anlaşılacağı gibi enerji ama asıl meselemizi açmadan önce gündemle ilgili birkaç cümle kurmadan geçmek istemedim. Sanayi Devrimini incelediğimizde 19. yüzyıl kömür asrıydı, 20. Yüzyıl petrol asrı oldu, 21. yüzyılın ise doğalgaz asrı olacağını uzmanlar belirtmektedir. Çünkü doğalgaz ısınmadan elektriğe, sanayiden ulaşıma kadar birçok alanda hayatın olmazsa olmazı haline gelmeye başladı.
Başta söylediğimiz gibi cari açık sorunumuzun en önemli sebebi enerjide dışa bağımlı olmamızdır çünkü ihtiyacımız olan doğalgazın %99’unu, petrolümüzün de %92’ini dışarıdan ithal etmekteyiz. Buda bizim dış ülkelere bağımlılığımızı artırmakta ve uluslararası platformlardaki gerilimin her an yükselebildiği bu karışık dönemde ülke olarak çok büyük problemlere sebebiyet verebilecek potansiyele sahiptir. İş yaptığımız ve enerji yönünden bağımlı olduğumuz bir ülke ile yaşanan en ufak bir gerilimde bu ticaretin nasıl aleyhimize dönebileceğini yaşadığımız tecrübeler bize açıkça göstermektedir. Bununla ilgili başımıza gelen en çarpıcı örnek ise geçmişte Suriye sınırımızdaki Rus Uçağını düşürmemizden dolayı yaşadığımız sıkıntı olup bize çok aksettirilmese de o günlerde enerji konusunda çok sıkıntı çektiğimizi yetkililer belirtmektedirler. Bu konuya birde İran’a uygulanan ambargolar sebebiyle bu ülkeden son birkaç senedir petrol alamamamızın da bize maliyetini de burada belirtmek istiyorum. Petrol ve doğalgaz konusunda en çok ihtiyaç duyduğumuz, en çok ticaret yaptığımız bu iki ülke ile en ufak bir uluslararası gerginliğin aleyhimize dönebilecek bir kriz olması ihtimali, bizim bu konuda başımızın çaresine bakmak zorunda olduğumuzu göstermektedir.
Enerji sorunumuzun çözümü için sondaj, yeni boru hatları döşenmesi, doğalgaz depolama sahası oluşturma ve mevcut depoların kapasitesini arttırma gibi çalışmalar son on yıllık süreçte çok fazla arttırıldı. Rüzgâr ve diğer kaynaklardan elde edilen elektrik enerjisinin de toplam üretimdeki payı her yıl artmakta ve bu sistemlerin teknolojilerini zamanla kazanıp cihazlarının da bizde üretilir hale gelmesi artık bir devlet politikası haline gelmektedir. Üretilen elektrik enerjisinde rüzgar en fazla paya sahip olup gün geçtikçe oranı artan diğer kalemler ise şunlardır; hidrolik, jeotermal, biyokütle ve güneş. Üretilen elektriğin en fazla harcandığı alan sanayi sektörü (%45,29) olurken kamu-hizmet sektörü (%25,15) ve meskenler (%22,91) onu takip etmektedir.
Cari açık sorunumuzun çözümü için elektrik enerjisi üretme konusunda yapılan çalışmalarla ilgili istatistiklerden biraz bahsetmek istiyorum. Geçen yıl elektrik ihtiyacımızın %42.7 sini doğalgazdan karşılıyorduk, diğer kalemler ise şu şekildedir; Linyit %14,48, ithal kömür %10,71, Rüzgar %10,35. Bu sene ise ithal kömürün oranı % 26,86 ya yükselirken diğer kalemler şöyle sıralanmıştır; doğalgaz %20,33, linyit %15,64, rüzgar %13,41. Önceki yıllarda doğalgaz ile çözdüğümüz elektrik sorunumuzu artık madenlerimizi kullanarak, yetmediği zaman ise ithal kömür ilave ederek çözme aşamasına geçtik. Artık dünyada son yıllardaki doğalgaz krizi nedeniyle ülkelerin kömür kullanımında artış gözükmekte ve bütün ülkeler önceden yaptıkları çevreci anlaşmaları kulak arkası etmektedirler.
Enerji konusunda avantajlarımızdan birisi de coğrafi konumumuz olup Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar ve Orta Asya’nın ortasında bulunmamız bizi enerji hatlarında bir kavşak noktası durumuna getirmektedir. Ülkemizin konumunun son yıllarda dünyada daha da göze çarpan bir konu olmasının sebebini ise ülkemizden geçen boru hatlarının yıllar geçtikçe nasıl arttığına baktığımızda daha iyi anlamaktayız. Örnek olarak petrol boru hatlarından da kısaca bahsetmek gerekirse ilk olarak Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı 1977 yılında açılıp 1987 yılında da genişletildi. Sonrasında Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Ana İhraç Ham Petrol Boru Hattı 2006 tarihinde açıldı. Doğalgaz hattı olarak ilk defa Rusya-Türkiye Doğalgaz Boru Hattı (Batı Hattı) 1987 yılında faaliyete başladı. Sonrasında Mavi Akım 2003 yılında, Doğu Anadolu Doğalgaz Ana İletim Hattı (İran-Türkiye) 2001 tarihinde, Bakü-Tiflis-Erzurum (BTE) Doğalgaz Boru Hattı 2007 tarihinde, Türkiye-Yunanistan (ITG) Doğal Gaz Enterkoneksiyonu ise 2007 tarihinde açıldı. Yakın tarihte Hazar Denizi’ndeki doğalgazı nakletmek için ortaklığa dayanan büyük bir anlaşma neticesinde olan Trans Anadolu Doğalgaz Projesi (TANAP) 2018 yılında aktif hale getirildi. En sonunda ise ülke olarak bütün saydıklarımızın arasında anlaşma sürecinde en çok ağırlığımızı hissettirip ortaklığımızın payının en fazla olduğu Türk Akım Projesi’nin ise 2020 yılında açılması büyük bir başarımız oldu.
Bütün bu olumlu gelişmeler enerji açığımızın kapanması konusunda katkı sağlasa da kesin çözüm için yetersiz kalmakta ve etkisi belli sınırları aşamamaktadır. Bu yüzden enerji açığımızın çözülmesi konusunda kesin çözüm nükleer enerjidir. Bu iş için çalışmalara 1956 yılında başlanmasına rağmen resmi olarak santralimizin inşaatının onayını 1974 yılında alabildik. Yapımına da 2010 yılında başlayabildiğimiz Akkuyu Nükleer Santrali’nin ilk ünitesi bu yıl tamamlanarak enerji üretmeye başlayacak. Bu enerji sorunumuzu bir müddet azaltsa da kesin çözüm değil çünkü bu santral toplam elektrik ihtiyacımızın %10 unu karşılayacak kapasitede olduğundan yeni santrallere ihtiyaç duyulacaktır. İkinci Nükleer Santral için Sinop kararlaştırılarak yapım süreci devam etmekte olup üçüncü santral için ise Trakya bölgesi düşünülmekte ve ihale aşamasında süreci devam etmektedir.
Enerji konusundan bahsederken tabii kaynaklarımız konusundan bahsetmezsek sorunumu tam olarak açığa kavuşturamamış oluruz, çünkü bu sorunumuzun çözümünde önemli bir unsurda madenlerimiz olup bor ve altın ise en hayati iki önemli kalemi teşkil etmektedir. Bor madeni ülkemizde bol fakat işleme konusunda bazı sıkıntılarımız bulunmakta, çünkü bor madeni ilk çıktığında tonu 200 dolar, borik aside dönüştüğünde 600 dolar, bor-karbür haline geldiğinde 40 bin dolar, bor-karbür zırh olduğunda ise bu maliyet 400-500 bin dolara yükselmektedir. Bu sorunun çözümü için yapılan çalışmalar neticesinde ferro-bor ve bor-nitrür alanında çalışmalar başlatılmış olup Balıkesir’de temeli atılan bor-karbür tesisleri bu yıl üretime başlayacaktır. Bandırma’da ise yapımı süren ferro-bor üretim tesislerinin ise yılsonunda açılması planlanmakta, üçüncü fabrika için ise Kütahya düşünülmektedir.
Altın ile ilgili Türkiye’de devlet tarafından bankalarımız eliyle saklanan miktarın artmasında son yıllarda yapılan çalışmaların göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Yurtdışındaki firmalarla anlaşmalarımızı sağlam bir şekilde yaparak ülkemizde çıkarılan altının tamamının ülkenizde kalmasının sağlanmasına ilave olarak yurtdışından devamlı ve büyük miktarlarda altın ithal edilmesinin de ekonomimize önemli katkısının olacağı muhakkaktır. Merkez Bankası istatistiklerine göre 2016 sonunda 116 ton olan banka malı altın, 2020 sonunda 458 ton, 2021 sonunda 657,7 ton, 2022 sonunda ise 779,5 ton olarak belirlenmiştir. Vatandaşlarımızın ziynet eşyası olarak kullandığı altınında bu miktarın 4 veya 5 katı olduğunu da hesaba kattığımızda altın stoklamada dünyada ilk sıralarda yerimizi aldığımızı söylemek hayalci bir yaklaşım olmaz.
Avrupa’da ekonominin iyi gitmediği zamanlar artan fakirliğin halkta yabancı düşmanlığını körüklediğini tarihlerini incelediğimizde daha iyi görmekteyiz. Son zamanlarda aralarında yarışma yapar gibi düzenledikleri Kuran-ı Kerim yakma eylemlerine karşı en fazla tepki gösteren ülke olmamız bizim İslam dünyasını sahiplenen en büyük ülke konumuna getirip liderliğimizi dünyaya kanıtladığımız anlamına gelmektedir. Ermeni Soykırımının olmadığını suç kabul edenlerin cami kundaklama ve Kuran-ı Kerim’i yakma eylemlerini özgürlük ya da bireysel tepki olarak görüp sessiz kalmaları Batılı ülkelerin sorunu bugünlere nasıl getirdiğini açık açık göstermektedir. Dünyayı kasıp kavuran 1929 krizinden sonra Yahudileri suçlayanlar şimdi silahlarını Müslümanlara çevirmiş durumda ve bizim ülke olarak bunları iyi takip edip önlem almamız gerekmektedir. Bunları anlatmamın sebebi tarih boyunca ekonomik krizler her zaman savaşlara giden süreçte önemli bir sebep ve kıvılcım olup uzmanlar bunları her platformda açık açık söylemektedir.
Halit Faruk Numanoğlu ile iletişim kurmak için e-mail adresi:
halitfaruknumanoglu@gmail.com