Sus bakiiim, uslu ol!
‘Ben okulu sevmiyom’ dedi sabah servis bekleyen minik bir komşu çocuğu. Sabah erkenden zorla uykusundan kaldırılmak en çok kızdığı şeylerdendi...
Önce ne diyeceğimi şaşırdım. Sonra toparlandım ve taarruza geçtim:
“Peki, diyelim büyüdün, alışverişe gittin, dört liralık çikolata aldın, bakkala on lira verdin, bakkal da sana üç lira geri verdi. Oldu mu?
Bakkal sana yanlışlıkla yedi lira vereceğine üç lira verdi, nasıl anlayacaksın matematik bilmeden?
Ya da şu çiçeğin nasıl yaşadığını merak etmiyor musun?
Niye sulanmayınca çiçek ölür?
Neden çiçekler toprağa dikilir?
Bu yapraklar neden yeşil olur?
Şu düğmeye basınca ampul nasıl yanıyor?
Buzdolabı neden soğuk?
Bütün bunları merak etmiyor musun?..”
Yüzünün şekli değişti. Sonra ona bir bitkinin nasıl yaşadığını, kökleri, gövdeyi, yaprakları anlattım.
“Şimdi anladın mı niye okula gitmek gerektiğini?” diye sordum usulca.
“Peki ama ben bunları evde öğrensem olmaz mı?” dedi uykulu gözlerinin içinde bir yalvarmayla. Çünkü ‘O’ öğrenmeye itiraz etmiyordu. O’nun istediği; çocuk ruhuna uygun olan “esnek” bir öğrenme süreci ve ona çok “müşfik” davranan bir öğretici hatta beraber öğrenici idi...
O sırada servis geldi, kendi vücudu kadar ağır çantasını sürükleyerek midibüse tırmandı...
İşte çocukların en önemli özelliklerinden biri bu “hiçbir ön yargı olmaksızın korkmadan olan biteni sorgulamaları”dır. Aslında bu özellik insanoğlunun en çok ihtiyaç duyduğu şeydir. Bu olmadan değişimle baş etmek mümkün değildir. Ama maalesef bu “olan biteni rahatça sorgulama kabiliyeti”, çocuklar dört beş yaşlarında “sormaya” başladıkları andan itibaren başlayan bir “despotizm”le okullar ve iş yerlerinde köreltilmektedir.
“Soru sorma, sana ne deniyorsa onu yap!” Kim bilir kaç defa bu ikazla heveslerimiz kırılmış, hayallerimiz yıkılmıştır. Sonra hep birlikte oturur, “Şirketimizin yenilikçi bir kültüre kavuşması için atılan” nutukları dinleriz...
Resul İzmirli ile iletişim kurmak için e-mail adresi:
resul.izmirli@yeniyuzyil.edu.tr