Bugün: 23 Kasım 2024 Cumartesi
Favorilerime Ekle | Künye | Reklam
Ana Sayfa | Yazarlar
Print Al
Soru sorulmayan hayat, yaşamaya değmez



Bütün çocuklar, konuşur konuşmaz soru sormaya başlarlar. Daha ayaklandıkları ilk anda etraflarındaki eşyalara dokunarak onların ne olduğunu sorarlar; bilmedikleri kelimelerin anlamını; anlamadıkları her şeyi sorarlar, sordukça sorarlar. Bu merak dünyayı, hayatı keşfetmek içindir.

Çocuklar için de yetişkinler için de öğrenmenin temelinde soru sormak yatar. Soru soran her insan bu dünyayı ileriye götürür. Bilim adamlarının, sıradan insanların akıllarından bile geçirmedikleri sorulara cevap aramaları, bilimi ve medeniyeti geliştirir.

Soru sormak her çocuk için son derce doğal bir içgüdüyken zamanla - ne yazık ki- önce aile sonra okul ve toplum çocuğun sorularını, merak duygusunu, öğrenme içgüdüsünü o kadar bastırır ki sonunda hiç soru sormayan bir yetişkin çıkar ortaya. Yaratıcılık üzerine yaptığı çalışmalarla meşhur olan Sir Ken Robinson’un da söylediği gibi, sadece gelişmekte olan ülkelerde değil dünyanın her ülkesinde, kafalarından yaratıcı fikirlerin fışkırdığı çocukları eğitmek için alan eğitim kurumları, onların yaratıcılıklarını sistemli bir şekilde yok eder. Böyle bir eğitim sisteminden geçmiş çocuklar soru sormayan yetişkinlere dönüşürler.
Sorduğu soruları savsaklanan hatta soru sorduğu için azarlanan çocuklar heyecanlarını kaybedip kısa sürede sormamayı da öğrenirler. Hayata atıldıklarında maalesef artık yeni bir şey öğrenme hevesi hiç kalmamış yetişkinler olurlar; kendilerine sunulmuş eksik, yanlış bilgilerle yaşarlar.
Ayrıca, yetişkinlerin çocuklar kadar çok soru sormamasının ardında kendilerini gizleme isteği vardır; çünkü soru sormamak biliyor gibi görünmek anlamına gelir. Oysa “bilmiyor olmakta” bir sorun yoktur; ama soru sormamak genel kabul gördüğü için yetişkinler susmayı tercih ederler.

Bizim kültürümüz soru sormayı teşvik eden bir kültür değildir. Çocukların, gençlerin fazla soru sorması ayıp karşılanır. Bizim toplumumuzda meraklı olmak, olumsuz çağrışımlar yaratır.

Bizim gibi toplumlarda soruları ya büyükler ya da güçlü olanlar sorar. Ailede, şirkette, toplumda otorite sahibi olanlar, soru sorma tekelini ellerinde tutarlar. Soru soranlar da zaten karşısındakilerin düşüncesini öğrenmek için değil, ya “had bildirmek” ya “tehdit etmek” ya da “hesap sormak” için soru sorarlar.

Güçlü olana ise pek soru sorulmaz. Soru sormak onun otoritesini sorgulamak gibi anlaşılır. Halbuki insanın hem doğayla hem toplumla ilişkisini geliştirmesi soru sorması üzerine dayalıdır; soru sorulmayan bir ortamda bilim de olmaz, toplum da ilerlemez.

Bir sorunun birden fazla cevabı olabilir. Bütün sorular, bizim okul yıllarındaki bir tane doğru, üç tane yanlış cevabı olan sorular değildir. Hayatta karşımıza çıkan soruların çoğu zaman birden fazla doğru cevabı olduğu gibi sayısız yanlış cevabı vardır. Bu nedenle cevaptan daha değerli olan soru sormaktır, soru sormayı bilebilmektir.

Sorgulayan bir zihne, eleştirel bir bakışa sahip olmak bir hazinedir. Daha da ötesi doğru soruları, etkili ve yapıcı bir şekilde sormak bir sanattır. Eleştirel bir bakışa sahip olan, sorgulayan kişilerden boş insanlar çıkmaz.
Albert Einstein "Önemli olan, soru sormaktan vazgeçmemektir. Bu kutsal merakı asla kaybetmemek gerekir." der. Bizi geliştiren içimizdeki merak ve sorduğumuz sorulardır. Merak etmek ve sormak, insanın dünyayı anlama ve anlamlandırma çabasıdır.

Soru sormak Socrates'in felsefe tarzıdır. Socrates, yaşamda temel öneme sahip bir kavramı alır ve bu kavram hakkında sorular sorardı: "Dostluk nedir?", "Cesaret nedir?", "Dindarlık nedir?"... Socrates’in sorgulama yönteminde, aldığı ilk cevap her zaman kusurlu olurdu. Soruya cevap verenlere yeni bir dizi soru daha sorarak tartışmayı derinleştirirdi. Örneğin birisinin cesaretin “zorluklara dayanma yeteneği” olduğunu söylemesi, Socrates’i bu kez "İnatçılık ne o zaman?” sorusuna götürürdü. Onun bu tarzı, insanların kavramlar hakkında düşünmesini, kavramları daha doğru tanımlayabilmelerini sağlardı.

Socrates’in soru sormaktaki ısrarı ona çok düşman kazandırdı. Çünkü onun soruları, devlet adamlarının, otorite sahiplerinin, sanatçıların aslında bilgisiz olduklarını ortaya çıkarmış, içi boş bir gücün üzerinde oturduklarını ispatlamıştı.

Dönemin otoritesi, Socrates'in gençleri doğru yoldan ayırdığını, tanrıların yerine yeni tanrılar koyduğu iftirasını ortaya attı; kurulan mahkeme Sokrates’i suçlu görüp onu ölüme mahkum etti. Socrates kendi içtiği baldıran zehriyle hayatına son verdi; ancak ölüme gitmeden hemen önce yaptığı “Bilgeliği arayın!” çağrısı onu ölümsüz kıldı. Arkasından onlarca yeni felsefe akımı ve milyonlarca soru çıktı ortaya. Socrates’e göre “Soru sorulmayan hayat yaşamaya değmez.”di.

Etkili soru sormak öğrenmenin ve öğretmenin temelidir. Herhangi bir konuda sourusu olan kişi, artık meselenin farkına varmış, çözüm yollarını aramaya başlamış demektir. Soru sormak hiçbir şekilde “cehaletin” göstergesi olamaz. Aksine soru sormak, enerjik bir zihnin ve medeni cesaretin yansımasıdır. Sadece soran insan öğrenebilir, gelişebilir ve değişebilir.

Etkili bir lider doğru sorular soran kişidir. Kendisini, çevresindekileri, iş yapış biçimlerini, olanı ve olması gerekeni sorgulayan liderler başkaları üzerinde iz bırakır, onlara ilham verirler.

Başarılı olan insanların diğerlerinden önemli farklarıdan biri de soru sormadaki tutumlarıdır. Başarılı insanlar daha iyi soru soran, sahip olduğu bilgilerle yetinmeyen, daha fazla merak eden, sordukça gelişmek isteyen, daha çok araştıran ve sonunda daha iyi cevap alan insanlardır. Bilgimiz, başarımız arttıkça, sorduğumuz soruların seviyesi de yükselir.
Anthony Robins “Sorularımızın kalitesi arttıkça hayatımızın kalitesi de artar.” der. Hem özel hem de iş hayatımızda ne kadar nitelikli sorular sorabilirsek o kadar nitelikli bir hayata, yüksek standartlara ulaşırız.
Soru sormak, statükoları sorgulamak, dayatmaları kabul etmemek, yanlışlıkları reddetmektir. Aynı zamanda soru sormak ilgi göstermek, değer vermek, paylaşmayı istemek, işbirliği, uzlaşma için yol açmak demektir. Soru sordukça “dahil oluruz”, “katkı yaparız”, “geliştiririz”.
Peter Drucker “Geçmişin lideri nasıl emredeceğini biliyordu; geleceğin lideri ise nasıl soru soracağını bilen kişi olacak.” der. Katılımcı yönetim ancak liderin etrafındakilere sorular sorduğu; çalışanların da kendi sorularını dile getirdiği bir yönetim biçimidir. Hiç soru sormadan emirler yağdıran liderler bugüne ait liderler değillerdir hiç kuşkusuz. Bu tarz liderler, sanayi döneminde kalmış, yaratıcılığı engelleyen, insanların çalışma heyecanın öldüren liderlerdir.

Değişimden ve dönüşümden korkmayan, aksine yeniliklere karşı heyecanlı ve daha iyisini elde etmek isteyenlerin son derece yaratıcı ve irdeleyici soruları vardır. Bu insanlar herkesin zihinsel sıçrama yapmasına katkıda bulunur, gelişimin önünü açarlar.

Sorularımız olmasa düşünme diye bir şey de şüphesiz olmazdı. Düşünce, "Neden?" "Nasıl?" sorularını sormakla başlar. "Mümkün olan nedir?", “Daha iyisi nasıl olabilir?”, "Ben ne yapabilirim?" …gibi soruları sorabilenler hem kendilerini hem çevresindekileri geliştirirler.
Şirketler daha yaratıcı, daha yenilikçi, daha başarılı, daha farklı olmak istiyorlarsa her söyleneni kabul eden, her denileni yapan değil; daha çok soran çalışanlara sahip olmaları gerekir. Çalışanların kendilerini özgür hissedecekleri, düşüncelerini rahatça ortaya koyabilecekleri, gerekirse “şeytanın avukatlığını" yapıp mevcut kalıpları kıracak sorular sorabilecekleri bir çalışma ortamı herkesi geliştirir ve şirketin fark yaratmasını sağlar.

Şirket içinde körü körüne, yıkıcı bir rekabet yerine potansiyel uyuşmazlıkları nasıl giderecekleri hakkında doğru sorular soranlar, daha kolay yol alırlar. İlişkiler de işler de sordukça gelişir. “Önemli olan nedir?”, “Ortak hedefler doğrultusunda birlikte nasıl çalışabiliriz?”, “Nerelerde işbirliği yapabiliriz?” gibi sorulara cevap aramak verimli ve huzurlu bir çalışma ortamının anahtarlarıdır.

Yaşam kalitemizi geliştirmek, daha iyi bir hayat yaşamak istiyorsak daha güçlü şirketler, daha başarılı markalar yaratmak istiyorsak daha fazla soru sormalıyız. İşimize, kendimize, etrafımızdaki insanlara, hayatın kendisine, şehrimize, ülkemize ilişkin sorular sormayı bir alışkanlık haline getirmeliyiz. Zihnimizi bu yolda zorlamalıyız.

Hayattan alacağımız cevaplar aslında sormaya istediğimiz sorulara bağlıdır.

Yeni dünyada başarının yolu, çok “bilmekten” değil, “hayat boyu öğrenmeyi bir zevk haline getirmekten” geçiyor. (Bilmek Yetmez Yeniden Öğrenmek Lazım)

Temel Aksoy

http://www.temelaksoy.com/yazilar/yonetim-ve-liderlik/Soru-Sorulmayan-Hayat-Yasamaya-Degmez.aspx


Temel Aksoy ile iletişim kurmak için e-mail adresi: temelaksoy@temelaksoy.com
Yazarın Diğer Yazıları
Tasarruf Etmek Neden Gerekli?
Ekonomik Durgunlukta Reklam Yapılır mı?
Ekonomik Durgunlukta Pazarlamayı Nasıl Yönetmek Ge
Krizde Ne Yapmalı?
Tatiller En Doğru Kararları Alma Zamanıdır
Reklam Yaparken Hep Yeni, Hep Taze ama Hep Aynı Ol
Zırvalayan Pazarlamacılar
İnsanlar Aynı Nedenlerle Farklı Markaları Satın Al
Reklam Yapmak Boşa Para Harcamayı da Gerektirir
Adalet mi, Kişisel Çıkar mı, Hangisi Daha Önemli?
İktibas Yazarlar

Namaz Vakitleri
İnsan Kaynakları
Şirket Kültürü
Kişisel Gelişim
Liderlik
İş Yönetimi
En Çok Okunanlar
En Çok Yorumlananlar
Künye | Bize Ulaşın | Gizlilik İlkeleri
Copyright ©2012 yonetimhaber.com | | info@yonetimhaber.com
Siteden yararlanırken gizlilik ilkelerini okumanızı tavsiye ederiz © 2011-2012, Tüm Hakları Saklıdır.