Print Al |
Balkanlara! Al bir edepsizlik daha: “Ne kadar sürer acaba?” Bir haftayı unut, aşarsa da canını sıkma. Bahsi geçen turu İhlas Vakfı düzenlemiş. İstanbul yurdundaki gençlerle çıkılacakmış yola. Yaklaşık 4 bin kilometre, 26 gümrük kapısı geçiyorsun, her birinde bir saat takılsan otur hesapla. Şeytanın işi yok vesvese veriyor, yok mevsim kış, günler kısa, fotoğraf nasıl çıkar bu havada? İki otobüs öğrenci ile dolaşmak da kolay değil, düşünün biri kaybolsa. Derken yüreğime bir kuvvet geliyor, amaaan boşver diyorum tevekkeltü alallah! Sana kim mani olabilir ki yiyecek ekmeğin içecek suyun varsa. Seyahat başlayınca endişelerim eriyor, ziyadesiyle memnun oluyorum hatta. İyi ki de katılmışım, nasıl neşeli, nasıl zeki çocuklar, inanın çok şey öğretiyorlar bana. Bu devirde böyle terbiyeli gençler kalmış mı ya? Osman Gül Hocamız hâllerinden anlıyor, geziyi eğlenceli bir derse çeviriyor. Hüseyin Yavaş Bey meslekten tarihçi ama kuru bilgiye boğmuyor, mevzuları destanlarla menkıbelerle süslüyor. Ekibe Üsküp’ten katılan rehber kardeşimiz Süleyman işinin piri. Ya ağlatıyor, ya güldürüyor. Mizah ile trajedi arasında gidip geliyoruz, bir hüzün, bir tebessüm, bir hıçkırık, bir kahkaha. Duygu sağanağına yakalanıyoruz âdeta. Balkan o demekmiş zaten, elli yıl “bal” elli yıl “kan”. Bir can ciğer kedi sarması, bir satır nacak balta... İnsan bilmediğinin düşmanıymış. Hâlbuki azıcık gezince, dinleyince, tanıyınca… Gezinin maksadı da o zaten, yarınlarımızı bu gençler kuracak zira… SAATLERİ AYARLAYIN! Bakın şimdi saat 11 istikametinde bir medrese görüyorsunuz, otobüsümüz ilerliyor şimdi on istikametinde, dokuz oldu, sekiz oldu, yedi oldu, altı ve geride kaldı. Murat kaptanımız insan iyisi. Naz çekmeyi biliyor, programı aksatsak da tebessüm ediyor. Torpido kutusu çeyiz sandığı gibi, ne istiyorsun söyle versin sana. Kuru yemiş, meyve suyu, ayran, aspirin, kürdan, gofret, çikolata. Bocalasın diye “isli etin var mı” diyorum. Çıkarıp uzatıyor onu da. Yemekler iyi güzel de vakit alıyor onun için bazı öğünleri sandviçle geçiştiriyoruz. Sağ olsun Kristal kasa kasa meşrubat katmış, su, gazoz, kola… Otobüsün kazanı 7/24 kaynıyor, gak diyene çay, guk diyene kahve sunuluyor ayrıca. Cömertin ikramı şifaymış, onca yol gidiyoruz çocuklardan biri bile hastalanmıyor. Hâlbuki mevsimler netameli, üşüten, mideyi bozan, içi bulanan çıkabilirdi pekala? Allah nazardan saklaya. SOFYA ÜSKÜP BELGRAD BOSNA Dilerseniz ufak ufak güzergâhı anlatalım. Edirne turun için de miydi dışında mı bilmiyorum ama atlamıyoruz. Namazlarımızı Selimiye’de kılıyor, bedestenleri, darüşşifayı geziyor, saray içinde Fatiha okuyoruz şüheda-i balkanlara… Bizi misafir eden Hasan Hoca “dikkatinizi çekti mi arkadaşlar” diyor “bakın şehitlerin kimi Türk, kimi Kürt, kimi Arap. Zaten iş birlik beraberlikte. Biz omuz omuza durursak, top tüfek yıkamaz asla.” Ve çıkıyoruz hudut dışına. İlk durak Sofya. Oturaklı bir şehre benziyor, eh başkentin hâli başka. Toplu konutlar, büyük meydanlar, külüstür tramvaylar… Schengen’le giriliyor ama Demirperde gibi duruyor hâlâ. Gece boyu yol alıp Üsküb’e vasıl oluyoruz. Kaleyi, Mustafa Paşa Camisini, Vardar köprüsünü, çarşının tarihi tarafını (ki Türkler burada bulunuyor) geziyoruz. Öğlen güveçte fasulye ve ızgara küfte. Salataya peynir rendelemişler, on numara! İnanın sırf bunun için gelinir buraya. Dostların gözü yolda: Nerde kaldınız be ya! İkinci gün Niş üzerinden Belgrad’a geçiyor, ecdadı yâd ediyoruz Tuna boylarında. Evliya Çelebi’nin ziyaret ettiği yıllarda Belgrad 100 bin nüfuslu bir dev. Tuna Donanması da demir atıyor buraya. 240 cami, 17 tekke, 9 dârülhadis, 8 medrese, 7 hamam, 21 han, 6 kervansaray ve 3700 dükkândan müteşekkil Sûk-ı Sultânî bulunuyor. Bu gün Kalemejdani, İstanbulkapiya gibi semt isimleri yaşasa da Bayraklı cami dışında tek cami yok, iki türbe görüyoruz, birinde Şejh Mustafa Paşino yazıyor, öbüründe Turbe Damat Ali Paşe Osvajaca Morea (Mora Fatihi Damat Ali Paşa) Ertesi gün Sava’nın suladığı ovalarda ilerleyerek, Bosna Hersek’e geçiyoruz. Saraybosna her seyyahın gezmesi görmesi gereken bir nokta. Şehirden ziyade bir dost, ahbap. Sanki dertleşiyor, içini döküyor sana. Hiç yabancılık çekmiyorsunuz, camiler bizden, medreseler bizden, çeşmeler sebiller zaten hısım akraba. Kalesi, kulesi, köprüleri rahmet okutuyor ustasına. Aşçinski düçan (aşçı dükkânları) cevapçiçiyi (parmak küüfteleri) dolduruyor da dolduruyor. Bir porsiyon iki kişiye yetiyor. Köze gömülen büürek tepsileri, elma tatlıları (tuffahe) ve lokumlu kahve… Hepsi bir yana güler yüzleri yetiyor. MÜHÜR TRAVNİKLİLERE TESLİM Ertesi gün Travnik’e uzanıyoruz. Bir kasaba bu kadar mı sevimli olur, objektifi ne yana çevirsen üç minare giriyor kadra. Yine saat kulesi, yine kale ve halen tedrisatına devam eden muhteşem medrese. Dağlardan kopup gelen sular yatağını zorluyor, dereler soğuk ötesi, lüleler musluk tanımıyor. Siz güçlü iseniz biz de güçlüyüz diyorlar, Cuma’nın ardından Ankara’da şehit olan Mehmetçikler için gıyabi cenaze namazı kılınıyor. Ne diyeyim içim bir hoş oluyor. Travnik Osmanlıya 77 vezir vermiş, paşaymış, hekimmiş gelmiyor hesaba... Blagay tekkesi Nakşi büyüklerinden feyz alan bir Alperen ocağı. Berrak sulu Buna, bahçeleri sularken tekke de kuruyan kalplerimize derman oluyor bi iznillah. Ufacık bir oyuk görüyorsunuz, fışkırıp nehir oluyor anında. Rabbim isterse eğer sular büklüm büklüm burulur! İnanırım Amenna! Blagay Tekkesinde, zikir sesi, su şıkırtısına, kanat şakırtısına karışıyor. Poçitel kelimenin tam manası ile kartal yuvası, Mostar sadece köprüden ibaret değil, nice camiyi tekkeyi, hanı, hamamı, sebili barındırıyor bağrında. Karadağ 2006 yılında kopup ayrılınca Sırbistan’ın kıyısı kalmamış. Belgrad yönetimi deniz kuvvetlerini üçüne beşine bakmadan satmış, elden çıkarmış. Adriyatik sahillerinde bir zaman başlarına buyruk olan kaleleri geziyoruz. Venedikli Kotor, Dük’ün şehri Budva… Ve yağmur diniyor, güneş hüzmeleniyor, bulutlar akça pakça çıkıyor meydana. Artık her kare resim, bulunmaz manzara. Tarihî camileriyle tanınan Ülgün Arnavut ağırlıklı bir şehir. Karadağlılar Ulçin diyorlar ona. Kıyılar dantel gibi, körfez içinde körfez, burun üstünde burun, sağın solun yarımada… İşkodra ve Tiran Arnavutluk’un yıldızları. Ethembey Camii’nde bir aşr-ı şerif dinliyoruz, sanırsın Abdüssamed gelmiş de elini atmış kulağına. Gördüğümüz ilgi sıradan değil. Türkiye’nin büyük ülke olduğunu anlıyorsunuz Balkanlarda. HASRET GİDERDİK Ohri’yi gelinlik kız gibi buluyoruz. Dallar çiçeklerle bezenmiş baştan başa. Ohri gölü dep derin ve ter temiz, martılar kuğular tadını çıkarıyor. Safranbolu’yu andıran konaklar, tekkeler, dergâhlar… Hepsi bir yana Türkçe konuşuluyor burada. İstanbul kıraathanesi çayı porselende demliyor, sunuyor ince belli bardaklarla. Duvarda bildik bir mısra “Ya üç iç / ya da hiç!” Ekranda Türk kanalları, Türkiye’yi izliyorlar merakla. Yürüyoruz, Resne’de kütür kütür elmalar alıyoruz on dinara, yani diyeceksiniz? Okkası 50 kuruşa. Manastır ise Makedonya’nın çileli şehirlerinden biri, camileri işgal altında. Yok zeminden delmişler de altından kilise kalıntısı çıkmış filan. Yalan! Manastırı Türkler kurdu, bizden evvel bir şey yoktu ki orada. Zamanında 72 camisi olan Selanik bugün tarih fukarası. Beyaz kule ve Roma kapısı gibi birkaç eser kalmış anca. Kriz iyice bellerini bükmüş, dükkânlar metruk, evler harabe, kepenkler pas içinde. O çok övündükleri otobanlar mı? Çiftçilerin işgalinde. Kavala güzel bir kasaba (imiş zamanında) Türk izlerini sileceğiz derken perişan etmişler. Mısır’ın hatırına Mehmet Ali Paşa’nın evi ve imareti korunmuş o kadar. İki işgal edilmiş cami, bir su kemeri. Başka da bir şey arama. Halbuki turizmi Türkler tutuyor ayakta. Evet kurabiyesi meşhur ama Edirne ile yarışamaz asla. Bizimkiler mis gibi tereyağ kokuyor, bademde yüzüyor adeta. Bence gitsin staj yapsınlar Arif Usta’nın yanında. İskeçe, Gümülcine ve Dedeağaç Türkçe konuşulan kentler. Kahve almadan geçmeyin derim, pişman olursunuz sonra. Hasılı görmediğimiz beldeleri görüyor, girmediğimiz sokaklara giriyoruz. Rumeli’yi bildiğimi sanırdım oysa… Takdir edersiniz ki böyle bir seyahat talebenin boyunu aşar. Daha mezun olacak da, iş kuracak da, evlenip barklanacak da, belki yıllaaar sonra! İhlas Vakfı’na ve projeye destek veren Gençlik ve Spor Bakanlığına teşekkür ediyorum. Yıltur’un neşeli kaptanını unutmayalım. Murat Abi sana da! |
Kaynak: , Link : www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/irfan-ozfatura/590454.aspx
Anahtar Kelimeler: