Print Al |
Kaleleri, camileri türbeleri atlamayacaksın elbet, bir sürü de detay toplayacaksın ayrıca. Kapı tokmakları, yosunlu kiremitler, saksı çiçekleri, kapı önünde oturan çocuklar, hamur açanlar, odun kıranlar, semaver yakanlar… Eh üç bin kare fotoğraf çektiğiniz bir beldeyi tekrar görmek istemezsiniz bir daha. Öyle ya, dünya büyük, hayat kısa. Git başka bir yere, ne diye zaman kaybedeceksin ki tekrarla… Ama… Ohri başka. Üç kere gittim, haydi deseler yine giderim güle oynaya. Efendim burası köklü bir şehir. Değişik kavimler gelip geçiyor. Hristiyan dünyasının önde gelen merkezlerinden biri. Hatta bir ara “var mısınız” diyorlar, “365 tane kilise kuralım. Her gün birinde ayin yapalım sırayla…” Gerçekleşmiyor tabii ama kırk civarında kilise ve şapel bulunuyor sokak aralarında. YABANCI OLDUK ŞİMDİ! Biliyor musunuz Kiril alfabesi buradan yayılıyor dünyaya. Kiril ve Metodius iki kardeş, artık neden ihtiyaç duydularsa oturup yeni bir alfabe geliştiriyorlar. Bu harfler bir anda Ortodoks dünyasına yayılıyor. Ki halen Rusya, Ukrayna, Bulgaristan Makedonya ve Sırbistan’da kullanılıyor. Keyif kendilerinin ama Asya’daki Türklere de dayatılması hoş olmuyor. Henüz Latin harflerinin sancısını çektiğimiz yıllarda Kazak, Türkmen, Özbek, Azeri, Tacik, Kırgız, Tatar, Başkırt ve Yakutlar Slav harfleri ile yazmak zorunda kalıyor. Ne biz onları okuyabiliyoruz ne onlar bizi, irtibatımız kopuyor. Kiril alfabesinin tersliği okudum sanıyorsunuz ama başka manalar çıkmıyor. Misal “Hap” yazıp “Nar” “PoMaH” yazıp “Roman” okuyorlar. Makedonlara sorarsanız Ohri’nin 6 bin yıllık mazisi var. Frigler, Kral Filip filan… Sonra tabii ki Roma. Ohri üç adet surla çevrili, birini aşsanız bile düşmüyor. Bundan bin yıl önce Çar Samoil tarafından inşa edilen içkale muhkem bir hisar, surların yüksekliği yer yer 16 metreyi aşıyor. Ohri, Murat Han-ı evvel devrinde Çandarlı Hayrettin Paşa tarafından alınıyor. Yıl 1385, İstanbul’un fethine 68 yıl vardır daha… Ohri Rumeli Eyaletinin üç sancağından biri. İlk sancak beyi Aydınlı Cüneyd Bey şehri çok seviyor, büyük bir aşkla hizmet ediyor… Osmanlılar Ohri’deki kiliselerinin tamamını Hristiyanlara bırakıyorlar, bir tek Ayasofya’yı (ki o da silahlı direnişte bulundukları için) cami olarak kullanıyorlar. Mimari üslubünü değiştirmiyor kubbenin kenarına küçük bir minare ekliyorlar. Minber ve mihrap koyuyor, levhalar asıyorlar. Ayasofya’ların akıbetine bakın, şimdi o da müze… Müşteri bekliyor sabırla. Ne hikmettir bilinmez mutasavvıflar Ohri’ye ayrı bir ilgi gösteriyor. Tekke ve zaviyelerde güler yüzlü, kul hakkından korkan, samimi müminler yetişiyor, yerli halkın gönlünü kazanmasını biliyorlar. Unutmadan söyleyeyim Ohri tekke kültürünün yaşadığı nadir yerlerden biridir hala. Her gün sabah namazını müteakip Zeynel Âbidin Paşa Camisinin bitişiğindeki Pir Muhammed Hayâtî Baba tekkesinde zikr yapılıyor. Hasılı Osmanlılar Ohri’yi kubbelerle donatıyorlar. Ohri’deki en önemli eserimiz Hünkar Camii. Büyük alim Ohrizade Sinanüddin Yusuf Efendi tarafından yaptırılıyor ve Fatih Sultan Muhammed’in adını taşıyor. Sadece camii değil koca bir külliye. Etrafında mektep, zaviye, aşevi ve kervansaray da bulunuyor. Sinaneddin Yusuf Efendi mal mülk sahibi bir hayırsever, yetimleri dulları gözetiyor kimsesizleri evlendiriyor. İmarette Müslim gayrimüslim ayırd edilmiyor, tasını uzatan aşını alıp gidiyor. Garip ama külliye (tapusu meşihatın elinde olmasına rağmen) işgal edilmiş, şimdi üzerinde Ortodoks Üniversitesi yükseliyor. Evliya Çelebi merhum Ohri’de 17 mahalleden söz açıyor ki onunda Müslümanlar oturuyor. 17 yy’da Ohri’de 17 mescid 17 cami 7 mekteb, 3 han iki hamam, 150 dükkan ve bedesten bulunuyor. 7 kıraathanesinin yedisinde de ilim sahipleri toplanıyor, sohbete katılanlar bilgi ile donanıyor. Süleyman Han, Zeynel Abidin, Ahmet Şerif Bey Siyavuş Paşa ve Hamza Bey medreselerinde hem din hem fen ilimleri okutuluyor, nadide gençler yetiştiriliyor. Dar-ül Kurra’da tedrisat veren Hafız-ı kurralar ki (İbn-i Ömer onlardan biridir) Kıraat-ı hafs üzerine kaari ve hafız yetiştiriyor. Muslihiddin ve Ahmed Efendilerin talebeleri gittikleri yerlerde meşale oluyor. Osmanlı zamanında Ohri’nin nüfusu 10 binmiş, 6 bini Türk. Şimdi nüfus olmuş 60 bin yine 6 bini Türk (Türk derken Müslümanı kastediyorum tabii, Arnavut’u, Torbeşi, Boşnağı, Çingenesi hepsi bir arada) Bu niye böyle oldu? Uzun hikaye bir günü tamamen ayırsak anca yeter sayfa. Göl değil dipsiz kuyu Ohri Gölü derinliği ve serinliği ile tanınıyor, suyu durgun değil her gün doluyor her gün boşalıyor. Ohri Gölü, 286 metrelik derinliği ile Balkanlar’da bir numara. Yeryüzünün en temiz göllerinden biri. Halbuki kıyısında yüz binler yaşıyor. Eğer başı dumanlı Galiçitza dağlarına (milli park) çıkarsanız göl yayılıverecektir ayaklarınızın altına. Açık havada üç şehri net olarak görebilirsiniz: Arnavutluk sınırları içinde kalan Pogradec, Ohri ve Müslümanların kesif olarak yaşadığı Sturga… Ve irili ufaklı köyler tabii, ak minareleri ile yeşile ve maviye yakışan… Ohri Gölünün etrafında sayısız göze ve pınar var. Bunlardan biri Biljana’nın kaynağı, çivi gibi bir su, elinizi sokuyorsunuz, yüreğiniz donuyor. Biljana becerikli bir Makedon kızı. O gün kaynakta çamaşırlarını yıkıyor, her biri kar tanesi gibi akça pakça oluyor. Özene bezene ipe asıyor. İyi de tam o sıra atlılar geçip tozu dumana katmasınlar mı? N’apsın şimdi, dövünüp ağlasın mı? O öfkesini mısralara döküyor, şiiri içli olmalı ki yer etmiş, hala söyleniyor. Efendim Ohri’ye gittik nerede kalalım, ne yiyelim, ne alalım? Ohri Gölü serince bir göl. Yaz günü bile kar suları iniyor. Niye taşmıyor diyeceksiniz Kara Drin Nehri fazlasını emip Adriyatik’e götürüyor. Gölün nehre aktığı yeri görmenizi isterim, eğilmiş bir maşraba düşünün, sanki baraj gölü tribünlere akıyor. Hasılı yüzerim dalarım diyenler için çok cazip değil. Göl kenarındaki tesisler ilgimi çekmiyor. Ne bileyim bana şehir içindeki pansiyonlar daha sıcak geliyor. Ezan sesi ile uyanabilir, dervişlerle zikre oturabilir, çayınızı, çorbanızı, kahvenizi (atlamayın önemli) size benzeyen insanların dükkanında içebilirsiniz. “Ne alalım derseniz inci!” Çarşı içinde Zeynel Abidin Paşa Camiine bakan antik çınarın altında seyyarlar var. Ama daha seçme bir şeyler bakayım derseniz gidin Abidin’in dükkanına. Efendim bu inci bildiğimiz inci gibi değil. Ohri Gölü’nde yaşayan paşita balığının pullarından yapılıyor. Sedef gibi yanar döner renkler. Balığından zahir, siyah ve pembe de olabiliyor. Anlatması kolay da hadise bu kadar basit değil tabii, zikrolunan tekniği bilen iki aile var, sır vermiyorlar asla. Dervişe zikir gerek Pir Hayati Baba Tekkesi’nde her sabah halka kuruluyor, güne kelime-i tevhid ve selavatlarla başlıyorlar. Halveti üslubü ile yapılan zikrin ardından zakirlere külde pişmiş okkalı kahve ve güllü lokum ikram ediliyor. İrfan Özfatura irfan.ozfatura@tg.com.tr 31.1.2015 |
Kaynak: , Link : www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/irfan-ozfatura/584608.aspx
Anahtar Kelimeler: İrfan Özfatura, ohri,