Print Al |
Altı sene oldu aramızdan ayrılalı. Tam altı koca yıl… Dün gibi… 22 Şubat 2013 tarihinde kaybettiğimiz gazetemizin kurucusu Enver Ören Ağabey’in hasreti yüreğimizi her geçen yıl daha da yakıyor. Enver Ağabey sadece Türkiye gazetesi için değil Türkiye için de çok müstesna bir kişiydi. On beş yaşında Kuleli Askerî Lisesine girmiş, bir dönem orduda görev almış vatansever bir askerdi… Liseden sonra Fen Fakültesini bitirmişti. İstanbul Üniversitesinde asistan olmuş, yurt dışında eğitim almıştı. O bir akademisyendi. Hocasının, hocalarının en gözde talebesiydi. Daima okur, öğrenir, öğretirdi. Gazete sahibiyken bile Fatih Erkek Lisesinde derslere girmişti. O çok sevilen bir öğretmendi. Çalışkandı, sabırlıydı. Anadolu çocuklarını 70’li-80’li yıllarda, hayal dahi edemeyecekleri başarılara inandırmıştı. Türkiye’de kimse adını bilmezken dünya devi markalarla görüşmüş, ortaklıklar kurmuş, yatırım getirmişti. Mal ticaretiyle Türkiye’yi Çin’le, Kore ile tanıştırmıştı. Yerli otomobil üretme hayaliyle adını kimsenin duymadığı Güney Kore markasını araştırıp pazara sokmuştu. O iyi bir girişimciydi… İlk yerli kolayı, ilk yerli televizyonu, muhafazakârlar için ilk tatil köyünü o kurdu. Türkiye’de ilk defa elden gazete dağıtım sistemini başlattı. O, ilklerin adamıydı. İlçelere, kasabalara hatta köylere kadar uzanan pazarlama ağı, sanayi, sağlık, eğitim, medya ve inşaat gibi girişimleriyle birbirlerinin eksiklerini tamamlayan komple bir ticari sistem kurdu… O, ‘iş’inin adamıydı. Tozsuz tebeşiri, yerli temizlik robotunu, yerli şofbeni ve yerli su arıtma cihazını ülkesiyle tanıştırdı. Dünyada hiçbir günlük gazetenin elektronik sürümü yokken Türkiye gazetesinin internet sitesini kurdurdu. O yerli ve millîydi… Türkiye gazetesiyle temelini attığı İhlas Medya’yı, televizyonu, haber ajansı, radyosu, dijital varlıkları, kitapları ve dergileriyle uluslararası bir şirket hâline getirdi. O, bir medya patronuydu. Ama kendisine patron denmesini istemezdi. Çünkü o sadece patron değil herkes için iyi bir Ağabey’di. Ekranda ağlayan, dört çocuklu dul kadını buldurup ev veren, nice garibe sayısız ihsanlarda bulunan “Veren el aziz olur” diyen bir vicdan insanıydı. Hindistan’dan Azerbaycan’a, Bosna’dan Doğu Türkistan’a, nerede mağdur bir Müslüman varsa sesini duyurmak için mücadele etmişti. İmkân dâhilinde imdadına koşmuştu. Dünyada izi silinen Türk eserlerini, İslam âlimlerinin kabirlerini bulup imar ettirmişti. Dağınık hâldeki seyyid ve şeriflere, vatanlarından sürülen Osmanlı torunlarına sahip çıkmıştı… O, bir vefa insanıydı. En mutlu günleri, hayal ettiği projelerin temel atma ve açılış günleriydi. Hizmet âşığıydı, bu yolda yorulmak nedir bilmezdi. Ülkesine nice camiler, okullar, çeşmeler ve hastaneler kazandırdı. O, bir memleket sevdalısıydı. “Hep vermeyi düşündüm… Almak aklıma bile gelmedi. Ömrümde hiç kimseyi incitmemeyi, herkese karşı güler yüzlü ve tatlı dilli olmayı elimden geldiği kadar yapmaya çalıştım” diyen bir gönül adamıydı. “Bu gazeteyi milletimize ve devletimize hizmet niyetiyle çıkardık. Onu her zaman milletimizin bir emaneti olarak gördük. Bu emaneti göz bebeğimiz gibi koruduk. Gazeteyi hiçbir zaman kendi menfaatlerimiz için kullanmadık. En sıkıntılı günlerimizde dahi bu hizmetin kesintiye uğramadan devam etmesi için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadık…” diyen bir dava adamıydı. Çalışanlarına patron değil; baba, ağabey, hoca idi… Öz güven, eğitim, ümit, cesaret, şefkat idi… Çok özlüyoruz… Nur içinde yatsın. Cenabıhak derecesini ali eylesin… BİR TAHTA BAVULA DÜNYALARI SIĞDIRDI 10 Şubat 1939’da Denizli-Honaz’da doğdu. İlk ve ortaokulu Denizli’de bitirdi. Ortaokuldan mezun olduğu 1953 senesinde babasını kaybetti… Babası Nazif Efendi nüfus kâğıdının üzerine not düşmüştü: Oğlum! Eğer bir fakülteyi bitirmezsen sana hakkımı helal etmem! Bir arkadaşından Kuleli Askerî Lisesinin adını duydu. Telgraf çekti. İmtihanlar, kayıtlar, her şey bitmişti. Ama cevap olumluydu: Notlarınız iyi ise imtihansız gelin! O heyecanla Denizli’den İstanbul’a, Pamukkale Ekspresi ile yola koyuldu. Elinde tahta bavulundan başka hiçbir şeyi yoktu. Lisede ağırbaşlılığı, nezaketi, arkadaşları arasında iyi geçimiyle tanınarak hocaları tarafından çok sevilip takdir edildi. Her zaman, bu okulda tanıdığı kimya hocasının, annesinin ve babasının nasihatlerini düşünür ve iyi insan olmak idealiyle yanardı. Kuleli Askerî Lisesini 1956 yılında bitirdikten sonra sivil hayata geçti. Bir yıl sonra İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesine girerek 1961 yılında Zooloji-Botanik Bölümünden mezun oldu ve askere gitti. Dönüşünde İstanbul Üniversitesinde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Yetişmesinde büyük emeği geçmiş olan Kuleli Askerî Lisesindeki kimya hocası ve son devrin büyük İslâm âlimi Hüseyin Hilmi Işık Efendi’nin kerimeleri Dilvin Hanımefendi ile 12 Eylül 1968’de evlendi. Doktorasını bitirmesine üç ay kala, sevdikleri ile istişare ettikten sonra 1970 yılında üniversiteden ayrıldı. Yıkıcılığa, bölücülüğe, komünizme karşı hizmet etmek için gazeteciliğe başladı. Önce Hakikat sonra Türkiye ismiyle çıkardığı gazetenin, başlattığı neşriyatını uzun yıllar sıkıntılar içinde devam ettirdi. Kısa zamanda kurduğu şirketleri büyüterek sonunda İhlas Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı oldu. Memlekete uzun seneler hizmet ettikten sonra 22 Şubat 2013’te vefat etti. ARZUSU: ALLAH’IN RIZASI İhlas Holding’in temeli olan Türkiye gazetesi kurulduğu yıllarda çok meşakkatler çekildi. Borç harç ile müessesenin ayakta durmasına çalışıldı. İki yıl sonra ortaklar hisseleri karşılığında çekilme kararı aldı. Enver Ağabey anlatıyor: Mehmed Ali Türksever, Güneş matbaasının sahibiydi. Gazeteyi basmaya yanaşmadı. Bana “Bu gazetenin arkasında kimler var?” diye sordu. “Yahu, kim olacak?” dedim. İnanmadı. “Burada söyleyemem” dedim. “Gel odama gidelim” dedi. “Kimseye söyleme ama” dedim. “Tamam” dedi. Kulağına eğildim “Allah var” dedim. Şaşırdı. “Yahu biz de Müslüman’ız” dedi. “Allah var, başkasına ne hacet… Kabul etmedi. Teminat mektubu istedi. Borç alıp verdik. Küçük ve orta ölçekte gazete patronlarıyla arada bir toplanırdık. Türksever oraya geldi. Gözleri şekerden kör olmuştu. Kalkarken “Nerede Enver Bey?” diye sordu. “Buradayım” dedim. Bastonunu yere vurarak “Arkamda şunlar var bunlar var diyen battı, arkamda örtülü ödenek var diyen (Yeni Ekspres) battı. ‘Arkamda Allah var’ diyen batmadı, batmaz dedi. Bir hafta sonra da öldü…” Enver Ağabey Allah’a sığındı. Bu gazeteyi da Allah’ın rızasına kavuşmak için kurdu… DÜSTURU: EDEP VE AHLAK Enver Ağabey çalışanlarına şu nasihatte bulunurdu: “İki şey benim ciğerlerime işlemiştir. Birincisi namaza çok düşkünüm. Yedi yaşından beri namaz kılıyorum. Namaz bizim gıdamızdır. İkincisi ben saygı ve edebe çok dikkat ederim. Osmanlı Devleti’ni ayakta tutan saygı ve edep idi. Hangi ailede edep varsa o ailede mutluluk vardır. Hangi ailede karşılıklı saygı yoksa orada daima gürültü vardır. Büyükler buyuruyor ki, hiçbir edepsiz, Allah’ın sevgili kulu olamamıştır. Bakın evliyanın, âlimlerin hayatlarına… Ne görürsünüz. Aşırı bir tevazu… Alçak gönüllüler ama bin seneden beri yaşıyorlar. Hayatlarını okuyoruz. Saygı ve edep bizim Türk milletinin asaletinde vardır. Yapımız itibarıyla saygılı ve edepli insanlarız. Cenabıhak buyuruyor ki “Zenginliği isteyene veririm ama edebi ve güzel ahlakı ben istediğime veririm.” İftihar edeceğimiz şey, zengin olmak, mal mülk sahibi olmak değil; iyilikte, güzellikte, ahlakta, vermekte, insanların duasını almakta yarıştır. Efendim karşımdaki şöyle böyle. Karşındaki ne olursa olsun sen kendine bak. Hiçbir zaman kan, kan ile temizlenmez. İdrar, su ile yıkanır. Siz karşınızdaki ne olursa olsun, su olun. GIDASI: ANA BABA DUASI Hocasının, anne ve babasının duaları Enver Ağabey’in en büyük gücüydü. Kendisi anlatıyor: Annem şu kadar söylüyordu; “Oğlum, ben gündüz namaz kılarken sana yaptığım duadan tatmin olmuyorum. Senden o kadar razıyım ki, gece namaza kalkıyorum; sırf sana dua etmek için.” Şimdi soruyorlar. Enver Ören nasıl başarıyor? Vallahi Enver Ören’de iş yok. Ama aldığı dua çok… Kesin. Bir gün annem dedi ki; “Oğlum, ben senden çok razıyım. Allah’a duam, sen taşı tut altın olsun.” Ben öğretmenim. Yirmi beş sene öğretmenliğim var. Bir gün oturuyorum. Dedim ki; “Ya, tebeşir yapalım tebeşir!” Çağırdım arkadaşları. Tebeşir yapalım ama bizim tebeşirin bir özelliği olsun. Tozsuz olsun. Çağırdık kimyagerleri, şunları bunları. “Bir tozsuz tebeşir yapın” dedik. Yaptılar. “Efendim, ismini ne koyalım?” dediler. Dedim “Altın Tebeşirleri olsun.” Bilerek değil ha! Altın Tebeşirleri satılıyor, çok iyi satılıyor. İhraç ediyoruz. İyi para kazanıyoruz. Bir gün, Allah! Ya niye biz buna “Altın” dedik? “Tebeşirin asli maddesi nedir?” diye sordum arkadaşlara… “Taş” dediler. İsmi ne bunun; Altın. İşte, annemin duasındaki gibi, taş altın oldu… |
Kaynak: , Link : www.ihlas.com.tr/duyuru/enver-abisiz-6-yil
Anahtar Kelimeler: